30 Eylül 2017 Cumartesi

Karasakalın Hazinesi


Karasakalın Hazinesi; Tarihteki en ünlü korsan Karasakal sadece 1716 ve 1718 yılları arasında açık denizleri yağmalayarak büyük bir zenginliğe kavuştu. İspanyollar’ın Meksika ve Güney Amerika’dan yağmaladıklarını Karasakal ve arkadaşları İspanyollar’dan çaldı.



Saçtığı korku tüm Batı Hint Adaları’nı ve Kuzey Amerika’nın Atlantik kıyısını sarmıştı. 1718’in ekiminde İngiliz teğmen Robert Maynard Karasakal’ı yakalayıp öldürdükten sonra adeta bir güç gösterisi şeklinde kafasını gemi direğine astırdı. Karasakal’ın batmış gemisi ‘Kraliçe Anne’nin İntikamı’nın 1996’da Beaufort, North Carolina yakınlarında bulunduğuna inanılıyor fakat ganimet bulanamamış. Karasakalın Hazinesinin olabileceği düşünelen yerler Karayip Adaları, Virginia’nın Chesapeake Koyu ve Cayman Adaları’ndaki mağaralar.


Lima Hazinesi

1820’de Lima, Peru’daki genel vali yaklaşan isyanı fark edince şehrin servetini Meksika’ya göndermeye karar verir.

Lima Hazinesi mücevher, şamdan ve insan boyutunun iki katı büyüklüğündeki bebek İsa’yı tutan Meryem’in heykelini de içeriyordu.

Hazine 11 gemiye sığdı ve toplam değeri 60 milyon dolardı. Hazineyi Meksika’ya götürecek kaptan Thompson aslında bir korsandır ve gemideki korumaların boğazlarını keserek hazineyi Cocos Adaları’na gömer. Thompson ve diğer korsanlar yakalandıktan sonra kurtulabilmek için İspanyollar’a onları hazineye götüreceklerine söz verirler.

Onları Cocos Adaları’na götürdükten sonra kaçmayı başaran Thompson, arkadaşı ve hazine bir daha asla görülmezler.

Hazine avcıları bu gizemli hazineyi bulmak için yıllardır uğraşıyor. Eski A.B.D başkanlarından Franklin D. Roosevelt bile, 1910 yılında bir kaç arkadaşıyla yola çıkıp bu hazinenin peşine düşmüş. Lima Hazinesinin bugün için değerinin 269 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.

29 Eylül 2017 Cuma

Necronomicon

Necronomicon, El Hazret isimli Arap bir gezgin tarafından M.S. 700’lü yıllarda Şam’da yazıldı. Kitabın orijinali hiçbir zaman bulunamasa da şu an belli bir kısmının yazılı olduğu hali piyasada dolaşmaktadır. Arabın Kitabı, Ölülerin Çağrı Kitabı, Ölü İsimlerin Kitabı, Çıldırtan Kitap gibi farklı isimlerle anılan kitabın insanlara korkunç fikirler aşıladığı, karanlık gerçekleri ile okuyanları deliliğe ve hatta ölüme götürdüğüne inanılıyor. El Hazret’in, yıllarca çöllerde aranıp, çok eski günlükleri bulması ve delirmesinden sonra kötü ruhlarla karşılaşmasını, insanların yeryüzüne gelmesinden önce yaşanan azothoth dönemini, ruhlar alemiyle nasıl iletişim kurulacağını ve ölülerin nasıl harekete geçirileceğini anlatır. Kitaptan bazı kısımlar:

-Tufan öncesiyle ilgili inanılmaz gerçekler vardır. El Hazret kaybolmuş geçmişin iç yüzünü anlatırken, Tevrat´daki “Yaradılış” bölümüyle, mitolojik kaynaklar arasında kesin benzerlikler olmasına rağmen Tevrat bunları gizlemekte, bugüne kadar yapılan çeviriler ise kutsal kitabın aslından çok uzak. Geniş ayrıntılarla geçmişin ve dinlerin kaynağının iç yüzü anlatılıyor.

- İnsan ırkı, dünyadan önce başka bir yerdeydi. Buna başka kürelerden gelme denmekte. Neo-Platonist inançlara göre anlatılan dünya benzeri yıldızlarda kendilerine özgün yaşam formları bulunmaktadır. Bu yaşam biçimlerinin özellikleri kozmik hiyerarşinin evrim çizgisiyle belirlenirler.

- Özel zamanların belirlenmesiyle ve özel semboller kullanılarak, eskilerle ilişki kurulabilir ve onlardan istenilen kozmik bilgiler alınabilir, o zaman geçmişe ve geleceğe hakim olmak mümkündür ama bu tehlikeli bir yoldur çünkü insan taşıyabileceği bilgiyi edinmeli ve bunun farkında olmalıdır.



Necronomicon’da geleceği görmenin yollarını da anlatıldığı için Nostradamus’un geleceği görebilmesinin bu sayede olduğu iddia ediliyor.Nostradamus’un yazdığı ilk iki dörtlük şöyle:

"Gece yarısı, gizli odamda yalnız çalışırken, otururum üç ayaklı pirinç sehpada. Küçük bir ışık gelir, insansız yerden. Düşüncemi aydınlatır, talihimin boş yere olduğuna inanmıyorum.

Asa ellerimin arasında, konuşulur Branches ortamında, su hareketleniyor, limbe eteğinden ayağa, büyük bir korku, içten bir ses, farklı bir titreme, ilahi ışık kutsal haber artık yanımdadır."

Bir iddiaya göre ise, Papalık tarafından yasaklanmış olan kitabın Vatikan’da saklandığı ve bir kopyasının da İngiliz Müzesi’nde saklı tutulduğu söylenmektedir.



Bazı kaynaklar ise Adolf Hitler'in okült ilgisi sonucunda kitabın bir kopyasını ele geçirdiğini belirtiyorlar.

Necronomicon kitabının yazarı diyorki:"Bu gizli sayfalar Babil yapılmadan önce eski inanışa tapan rahiplere aittir, ve kendi dillerinde yazılmıştır, fakat ben kendi ülkemin altın diline çevirdim ki herkes anlasın. Ben bu yazıyı artık olmayan Ur'un 7 efsanevi şehri bölgesinde dolaşırken karşılaştım, ve Tanrılar arasında zamandan önce olan savaşlarını anlatıyordu. Ve rahiplerin gördüğü korku ve çirkinlik burada anlatılıyor, ve onların nedenleri, ve onların doğaları, ve özleri, ve çizgilerin sayıları kutsaldı, ve kelimeler kutsaldı, ve şeytani kişiler için en iyi etkilemeydi. Ve doğal olarak o kentin büyücüleri bunları parşömenlere, vazolara, veya havaya yazdılar, ve böylece Tanrılar verilen sözün kelimelerini hatırlayabilecekler.

Bu kelimelere kulak verin ve hatırlayın! Çünkü hatırlamak en önemli ve en etkili büyüdür, geçmişi hatırlayabilen olmak ve gelecek olan şeyleri hatırlayabilen olmak aynıdır. Ve bu yazıyı hazır olmayana göstermeyin, çılgınlık yaratır, insanda ve hayvanda…"

Zülfikar Kılıcı

Zülfikar (Arapça ذو الفقار ‎, Farsça ذوالفقار ‎), İslâm peygamberi Muhammed'in damadı, amcasının oğlu ve Dört Büyük Halife'den biri olan Ali'nin çatal şeklinde iki başlı kılıcının adıdır.



Kelime anlamı olarak, "sahip" anlamındaki "zû" ile "omurga,boğum" anlamına gelen "fekār" kelimelerinden oluşan zülfekār, Türkçeye zülfikar şeklinde geçmiştir. Bedir Muharebesi sonrasında, yedi karış uzunluğunda ve bir karış kalınlığında olan kılıç savaş ganimeti olarak İslâm peygamberi Muhammed' e geçmiş ve kendisi kılıcı Ali' ye verene kadar kullanmıştır. Merzûk es-Sakīl adında bir usta tarafından yapıldığı rivayet edilen kılıç, genel kabule göre Bedir’de öldürülen Âs b. Münebbih’e aittir. Kılıcın Ali' ye ne zaman verildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte genel olarak Uhud Muharebesi'nde verildiği kabul edilmektedir.

Ali'nin Uhud Savaşı'nda Kureyş’in önde gelen savaşçılarından dokuz kişiyi öldürdüğü, bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son ana kadar Muhammed'i savunduğu, bu sebeple de Cebrail'in, “Zülfikar'dan keskin kılıç, Ali’den büyük yiğit yoktur.” (“Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār”, Arapça لا فتى الا على لا سيف الا ذوالفقار ‎) dediği rivayet edilir.

Zülfikar Kılıcının akıbeti konusunda da çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Ali ve onun soyundan gelenlere intikal eden kılıç, daha sonra Abbasi ve Fatımi halifeler arasında el değiştirdikten sonra 11. yüzyılda ortadan kaybolmuştur

Dört Hazine

Dört Hazine, Kelt mitolojisinde Tanrıların anavatanlarından dört kent'e getirdiği dört sihirli armağan.

İlki Dagda'nın Kazanı'dır.Murias kenti'ne gönderilmiştir.Bir bereket sembolü ve kaynağı olan kazana konan yiyecekler asla tükenmez ve kazandaki sudan içenler sonsuz bilgeliğe ulaşırlar.

İkincisi Lugh'un Mızrağı'dır.Gorias kenti'ne gönderilmiştir.Efsaneye göre düşman ordularına karşı bir kez fırlatıldığında tüm düşmanları yok etmeden yere düşmez.

Üçüncüsü Nuada'nın kılıcıdır.Findias kenti'ne gönderilmiştir.Bu kılıcın vuruşundan kimse kaçamaz.

Dördüncü ve son hazine Fál Taşıdır. Fálias kenti'ne gönderilmiştir.Efsaneye göre İrlanda tahtını hak eden kişi ona dokununca, bu taş çığlık atar.

Palladion

Palladion, Antik ve efsanevi Truva kentinin kalesinde bulunduğuna inanılan kentin koruyucusu Pallas Athena'ın sağ elinde mızrak, sol elinde ise kalkan tutar halde, zafer tanrıçası Nike ile kabartma heykeli veya resmi. Bu kabartma heykeli veya resmi Zeus tarafından İlionun kuruluşu sırasında gökten atılmıştır.

Palladion Truva'da olduğu sürece kentin fethedilmesi olanaksız olduğundan, Danaos'lulardan Odysseus ve Diomedes, Palladion'u çalarlar.

Diğer kaynaklara göre Palladion,Pleiades olan Elektra'nın Truva'lılara bir hediyesidir ve iki adettir. Birisini Elektra'nın oğlu olan Dardanos evlenirken eşi Khryse'ye çeyiz olarak getirmiştir.

Bunu Truva'nın Danaos'larca fethinde kaçıp kurtulabilen tek Truvalı olan Aeneas yanında İtalya'ya götürmüştür ve Roma döneminde kutsal ateşin tanrıçası Vesta'nın tapınağında çok sıkı korunmuştur.

Palladion ismi, kutsal ve koruyucu olan ve çok sıkı korunan bir şey olarak kullanıldı.

Ekskalibur Kılıcı

Ekskalibur, efsanevi Britanya Kralı Arthur'un taşıdığı, Glaston Gölü ve Avalon Adası'nın Leydisi Vivien tarafından kendisine verilmiş olan kılıcın ismidir.



Ekskalibur hakkında iki efsane bulunur. İlkinde Robert de Boron'un Merlin adlı şiirinde "Sword in the Stone" (Taştaki Kılıç) olarak geçer. Kral Arthur, kılıcı saplandığı taştan çekip çıkarır ve bu sayede gücünü ve hâkimiyetini ispatlar. Sir Thomas Malory'nin kaleme aldığı Kral Arthur efsanesine göre ise Kral Arthur Kral Pellinore'la dövüşürken kılıcı kırılır. Gölün Hanımı tarafından Kral Arthur'a başka bir kılıç, yani Ekskalibur verilir. Kral Arthur'un ölümüyle Sir Bedivere kılıcı göle atmış, gölden yükselen bir el de kılıcı kaparak kaybolmuştur.

Sir Bedivere'nin Ekskalibur'u suya atışı (Aubrey Beardsley, 1894)

Kral Arthur'un büyülü güçlere sahip kılıcı Ekskalibur Büyük Britanya'nın haklı egemenliğiyle de iliştirilir. Bu iki kılıç kimi yerde aynı kılıç olarak geçse de bazı kaynaklarda birbirlerinden farklı olduğu söylenir. Söylenenlere göre bu kılıç, yeryüzüne düşen bir meteorun madeninden yapılmıştır. Çekilir çekilmez otuz meşale yakılmış gibi düşmanların gözünü kamaştırması, güçlü kını sayesinde sahibinin ölümcül yaralar almasını önlemesi ve yaralanan yerin kanamaması gibi özellikleri vardır.

Atlantis Kıtası

Atlantis (Yunanca Ἀτλαντὶς νῆσος), "Atlas'ın adası", Platon'un Timaeus ve Critias kitaplarında bahsettiği efsanevi batık bir kıta ve uygarlık.

Platon'a göre Atlantis, "Herkül Sütunları'nın ötesinde" yer alan, Batı Avrupa ve Afrika'nın birçok kısmını fetheden ve Solon'un zamanından 9000 yıl önce (yaklaşık MÖ 9500) Atina'yı fethetmeye çalışan, ancak başarılı olamayıp bir gecede okyanusa batan bir uygarlıktır.

Platon'un diyaloglarında gömülü bir hikâye halinde olan Atlantis, genellikle Platon tarafından kendi politik teorilerini anlatmak için yaratılmış bir efsane olarak görülür. Birçok akademisyen için Atlantis hikâyesinin amacı belirgin olmasına rağmen, Platon'un hikâyesinin ne kadarının eski hikâyelerden derlendiği bir tartışma konusudur. Bazı akademisyenler Platon'un hikâyeyi Thera yanardağ patlaması veya Truva Savaşı'ndaki bazı öğelerle oluşturduğunu savunurken, bazıları ise MÖ 373'te gerçekleşen Helike'nin yıkımı veya MÖ 415-413 yılları arasında gerçekleşen Atina'nın başarısız Sicilya işgali gibi olaylardan esinlendiğini savunurlar.

MÖ 421 yılında Sokrates'in evindeki bir felsefe sohbetinde Atinalı devlet adamı Kritias, dedesi Dropides'in kendisine naklettiği efsaneyi hikâye eder. Hikâyeyi dede Dropides'e nakleden ünlü Yunan şair Solon'dur. Solon'un gösterdiği kaynak ise Mısır'da bulunduğu dönemde tanıştığı Mısırlı bir keşiştir ve keşişe göre Atlantis'e ilişkin olaylar MÖ 9000 yılında gerçekleşmiştir.

Atlantik Okyanusu'nun ortasındaki Atlantis Athanasius Kircher'in haritası.

Plutarkhos'a göre  Sais şehrinde Solon'la konuşan rahibin adı Sonchis idi. İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıdır. Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı. Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu. Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konudaki bilgileri topladığı fikrindeler. Platon(eflatun)'a göre bu kıta çok zengindi ve soylu insanlar tarafından yönetiliyordu. Bir felaket sonucu okyanusun sularına gömülmüştü.

"İmparatorluğun Yıkımı", Cole Thomas,1836

Kur'an'da "Ad kavmi" diye de geçer, Ad-land; Kuzey dillerinde Ad Ülkesi demektir. Kimi araştırmacılara göre, İbranice’deki, ilk insanı belirten ve adama sözcüğünden gelen "Adem", Sanskrit dilinde “ilk, başlama” anlamına gelen ve Aryenler’in ilk konuşan insan türüne verdikleri ad olan "Ad-i", Frigler’in "Attis", Kafkasyalılar’ın "Adige", Polinezyada’daki "atea", Truva öyküsündeki "Ate", Aztek mitolosindeki "Atzlan" (ada) ve Türkçedeki "ad", "ada", "ata" (pek çok dilde baba anlamına gelir) sözcükleri ile "Ad" kavminin adı arasında etimolojik bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir.

James Churchward Atlantis'in efsanevi Mu uygarlığının bir kolonisi olduğunu belirtmiştir. İngiliz ordusunda görevli subay olarak Tibet'te bulunmuş, daha sonra dünyayı gezmiş ve araştırmalar yapmıştır. James Churchward 1883'te, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkartmıştır. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düşmüş ve bu manastırın, Büyük Rahipler Kardeşliğinin önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, 15 bin yıl önce yazılmış Naacal Tabletlerini göstermiştir.

Babil Kulesi

Babil Kulesi (İbranice: מגדל בבל‎ Migdal Bavel), Tevrat'ta, Kur'an'da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, Tanrı'ya ulaşmak için inşa edilen kule.

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Sümercede aynı anlama gelen sözcük Kadingirra'dır. Eski Ahit'te Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır.



Dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve Babil'in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Sümerliler, yükseklere taparlar ve yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına da inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5.000 yıl kadar önce yapmışlardır.

Kule temelde 90 metre genişlikte ve 90 metre yüksekliğe sahip 7 katlı bir bina idi. Kulenin çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila'ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardı.

Babil'i işgal eden Tikulti-Ninurta, Sargon, Sanherip ve Asurbanipal kuleyi yıkmışlardı. Babil Kralları Nabopollasor ve Nabukadnasor ise yeniden yaptılar. Ancak M.Ö. 479'da Babil'i işgal Pers kralı Xerkes kuleyi yıktıktan sonra tekrar onaran olmadı. Yalnız, Büyük İskender Babil'e geldiğinde harap haldeki kuleye hayran kalmış ve onu eski haline getirmeye karar vermişti. Bu sebeple 10.000 kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti. Fakat İskender ölünce kulenin onarımından vazgeçildi.

Tanah ve Eski Ahit hemen hemen aynı olduğu için her iki dinde Babil bahsi aynıdır. Babil kulesinden Tevrat'ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir. Nuh'un oğulları Büyük Tufan'dan sonra Sinar (Sümer)'da yerleşmiş, burada bir şehir ve göklere yükselen bir kule yapmak istemişlerdir. Efsaneye göre tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Kulenin yıkılışı Tevrat'ta anlatılmaz ancak Jubilees veya Leptogenesis olarak bilinen Yahudi belgelerinde anlatılır.

Dini bir bakış açısıyla bu öykü sıklıkla insanın kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.

Kuran anlatımında Musa, Firavun, Karun, Haman ve kerpiçten yapılan bir kule aynı hikâyenin içinde buluşturmaktadır. Farklı coğrafya ve tarihsel dilimlere ait bu unsurların uyumunu sağlamak amacıyla bazı yorumcular bahsedilen yapının piramit olabileceğini söyleseler de Mısır piramitlerinin ne mimarisi kuleye benzer, ne de inşaat malzemesi Kur’anda bahsedildiği gibi kilden değildir.

Nihayet Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Şüphesiz Firavun, (veziri) Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı. (Kasas 8) • Firavun ise şöyle dedi: "Ben, sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Ey haman, haydi benim için çamur üzerine bir ocak yak da bana bir kule yap; belki Musa'nın tanrısına çıkarım; ama ben kesinlikle onun yalan söyleyenlerden olduğunu sanıyorum." (Kasas 38) • Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı." (Mümin 36-37)

Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları sihirle imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler; “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.”

Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.

9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin Peygamberler ve Krallar Tarihi adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nemrut Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Kaynakça
İngilizce Vikipedi, "Tower of Babel" maddesi

Dipnotlar
^ Kasas Suresi, 38. Ayet (Diyanet Meali)

Piri Reisin İkinci Haritası

Piri Reisin İkinci Haritası, Osmanlı Amirali Piri Reis'in 1528'de çizdiği ikinci dünya haritasından günümüze kalan parça, büyük bir haritanın kuzeybatı köşesi olup, Orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını, Florida'yı, Kanada'nın kuzeydoğu köşesini, ve Grönland'ı gösterir. Piri Reis in Kanuni Sultan Süleyman'a armağan ettiği haritanın bu parçası, Piri Reis'in 1513'te çizdiği ilk dünya haritasıyla beraber halen Topkapı Sarayı'nda bulunur.

Ceylan derisine 8 renkli olarak çizilmis haritanın parçası 69 x 70 cm ebatlarındadır. Bu harita da birinci harita gibi portolan tarzında, dört büyük, iki de küçük pusula gülü çizilerek yapılmıştır. Kenar notlarından biri bu haritanın Piri Reis tarafından yapıldığını belirtir. Diğer kenar notları çesitli açıklayıcı bilgiler içerir.

Grönland'ın güneyinde görünen, Kanada'daki Newfoundland, "Terra Nova", Labrador da "Baccalao" isimleri ile gösterilir ve buraların Portekizliler tarafından keşfedildiği yazılıdır. Terra Nova 1500'de Portekizli Carl Real, Labrador da 1501'de kardeşi Miguel Real tarafından keşfedilmişlerdir. Orta Amerika hizasında bir notta karadan giderek okyanusa ulasmayı amaçlayan bir kaşiften söz edilir. Bu muhtemelen 1513'de karadan Büyük Okyanusa ulaşan Portekizli Vasco Núñez de Balboa'dır.

Piri Reis'in ikinci dünya haritasında adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak çizilidir. Birinci haritasında Porto Riko'da gösterilen San Juan Batisto, bu haritada Florida'da gösterilmiştir. Kristof Kolomb'un hatalı haritasından etkilenmiş olan birinci haritasının aksine, bunda Bahama, Antiller, Haiti ve Küba oldukça doğru çizilmişlerdir. 1517 ve 1519'da keşfedilmiş olan Yukatan ve Honduras yarım adaları da mevcutturlar. Küba "Isla di vana" diye adlandırılmıştır. İlk haritada olmayan Yengeç Dönencesi bu haritada (enlemi biraz hatalı olarak) çizilmiştir. Piri Reis bunu "Günuzadısı" olarak adlandırıp yanına "Bu hat gün gayet uzadığı yere işarettir" yazmıştır.

Piri Reis'in ikinci dünya haritası (1528)

Piri Reisin İkinci Haritasında keşfedilmeyen yerleri beyaz bırakarak, kenar notlarında bunları bilinmediği için çizmediğini belirtir. İlk haritasından daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.

Kaynakça
The Oldest Map of America Drawn by Piri Reis
The Map of America by Piri Reis

Thotun Kayıp Sırlar Kitabı

Thot’un Sümer dilindeki adı olan “Ningişzidda” Ağacın Efendisi / Yaşamın Eseri anlamına gelmektedir. Thot her iki uygarlıkta da kesin bilimlerin ilahi sırların koruyucusudur. Bunlar arasında babası Ptah/Enki’ye de hizmet vermiş olan genetik ve biyotip sırlarda vardır. Güçleri Thot’a bahşedilen gizli bilgiler Mezopotomya sanatında ve tapıncında ifadesini bu tanrının birbirine dolanmış yılanlar sembolüyle betimlenişinde kendini bulmaktadır. Bunun çift sarmallı DNA’yı temsil eden sembol olduğu, tıp ve şifanın amblemi olarak günümüze dek geldiği zaten bilinmektedir.

Kadim Mısır’dan kalan resimli betimlemeler Ptah / Enki’nin oğlu olan Thot’un bu biyolojik-genetik süreçlerden haberdar olduğunu ve genetikle ilgili becerilerine bunları uyguladığını işaret etmektedir. Abidos’ta bulunan ve Firavun I. Seti’nin Osiris rolünü oynadığı sahneleri içeren bir duvar resmi Thot’u, ölen tanrıya yaşamı(Ankh Sembolü) geri verirken ondan iki ayrı DNA iplikçiği alırken göstermektedir.

Thot'un Kayıp Sırlar Kitabı ile ilgili hikayeye gelecek olursak;

Hikayenin kahramanı Satni, bir firavunun oğludur ve her konuda çok iyi eğitilmiştir. Genç adam o zamanlar başkent olan Memfis’te gezinmeyi adet edinmişti. Tapınak duvarları ve steller üzerindeki yazıları okumakta, eski büyü kitaplarını araştırmaktaydı. Vaktiyle Satni, Mısır üzerinde eşi benzeri olmayan bir büyücü olur. Bir gün gizemli bir adamla karşılaşır ve adam ona Thot’un kendi eliyle yazmış olduğu bir Sırlar Kitabı’nın içinde saklı olduğu bir mezardan söz eder. Sırlar Kitabı’nda dünyanın tüm gizemleri, gökyüzünün sırları, güneşin doğuşları, Ay’ın görünüşleri ve Güneş’in çevresinde dolanan gezegenlerin hareketlerini anlatan ve bunun gibi çok önemli ilahi bilgiler yer almaktadır. Bu mezarı bulmayı kafasına koyan Satni uzun süre devam eden araştırmalarının sonucunu alır. Söz konusu mezar daha eski bir firavunun oğlu olan Nenoferkeptah’a aittir. Satni mezarın yerini aynı yaşlı adama sorar ve öğrenir. Ancak yaşlı adam Satni’yi, Nenoferkeptah’ın mumyalanmış olmasına rağmen ölü olmadığı ve ayağının altına sokulmuş olan Sırlar Kitabı’nı almaya cesaret edeni Thot’un alaşağı edebileceği konusunda uyarır. Buna rağmen Satni yolundan şaşmaz ve mezarı bulur. Mezarın başında bir formül okuyunca bir boşluk açılır ve Satni bu boşluktan aşağıya iner.

Mezarın içine giren Satni, Nenoferkeptah’ı, eşini ve onların oğullarının mumyasını görür. Thot’un Sırlar Kitabı gerçekten de Nenoferkeptah’ın ayağının dibindedir ve “sanki güneş orada parlıyormuşçasına bir ışık yayıyordur” Satni ona doğru bir adım attığında kadının mumyası konuşur ve onu daha fazla ilerlememesi için uyarır. Satni’ye o kitabı ele geçirmek için Nenoferkeptah’ın yaşadığı maceraları anlatır; Thot’un Sırlar Kitabı en dıştakiler bronz ve demirden yapılma bir dizi başka kutunun içinde olan bir gümüş kutu içindeki bir altın kutuya konmuştu. Yapılan uyarılara kulak asmayıp tüm engellerin üstesinden gelen Nenoferkeptah kitabı bulup ele geçirmiş; o ve ailesi Thot tarafından hemen orada geçici olarak canlılığını kaybetmekle lanetlenmişlerdi. Canlı olmalarına rağmen mumyalanmışlardı ve mumyalanmış olmalarına rağmen görebiliyor, duyabiliyor ve konuşabiliyorlardı. Kadın Satni’ye kitaba dokunursa Thot’un lanetine uğrayacağını söyleyerek uyarır.

Uyarılar ve daha önceki kralın başına gelenler Satni’nin gözünü korkutmaz. Buraya kadar gelmişti ve kitabı ele geçirmeye kararlıydı. Ona doğru bir adım daha attığında bu kez Nenoferkeptah’ın mumyası konuşur. Thot’un gazabına uğramadan kitabı ele geçirmenin bir yolu daha olduğunu anlatır. Bu “Thot’un büyülü sayısı” olan elli iki oyununu oynayıp kazanmaktı. Kadere meydan okuyan Satni bunu kabul eder. İlk eli kaybeder ve kendisinin yarı yarıya toprağa gömülmüş bulur. Sonraki ve sonraki eli kaybettikçe giderek daha çok gömülür. Sonunda Thotun Kayıp Sırlar Kitabını almayı başarır ama kitabı geri getirmek zorunda kalır.

Süleymanın Yüzüğü

İlk insan Adem Peygamber yeryüzüne gönderildiğinde kendisine Cebrail tarafından bir yüzük verilmişti. Bu yüzüğün üzerinde bulunan sembol, Türk ve Müslüman mimarisinde tarih boyunca birçok coğrafyada mimari süslemelerde sıklıkla kullanılan Sekiz Köşeli Yıldız'dı.1000 yıl civarında yaşadığı rivayet edilen Adem Peygamber vefat edince yüzük Cebrail tarafından yeniden geldiği yere cennete götürüldü.

Bir gün Cebrail Davud Peygamber'e geldi ve elindeki yüzükle birlikte 10 adet soru verdi. "Bu 10 soruyu çocuklarına sor ve içlerinden her kim soruların tamamına doğru cevap verirse yüzüğü ona ver," dedi. Bunun üzerine Davud Peygamber bir meydanda halkını topladı ve onların önünde Cebrail'in kendine söylediklerini söyledi. Sırayla büyük oğlundan başlayarak çocuklarına soruları sordu. Çocuklardan hiç birisi sorulara doğru cevap veremediler. Son olarak çocuklardan en küçüğü Süleyman'ı çağırdı ve soruları ona da sormaya başladı. Süleyman sorulara bir bir doğru cevap verirken diğer taraftan her cevabıyla birlikte gülümsüyordu. Tüm sorulara doğru cevap veren Süleyman'ı Davud Peygamber tebrik ettikten sonra kızdı ve "ciddi bir konuda halkın önünde neden ciddiyetten uzak davranıyor ve gülüyorsun" dedi. Süleyman ise, "babacığım özür dilerim, amacım sizi üzmek veya ciddiyetsizlik yapmak değildi ancak siz her soru sorduğunuzda şurada duran karınca bana cevapları söylüyordu ve ben de ona gülümsüyordum," dedi. Bunun üzerine Davud Peygamber kalktı ve yüzüğü oğluna verdi.

Rivayet edilir ki, Süleyman Peygamber bu yüzüğün gücü sayesinde insanlar dışındaki varlıklara (cinlere, hayvanlara), tabiata ve nesnelere de hükmederdi. Hatta bir rivayette bu yüzüğün bir dönem cinler tarafından çalındığı ve Süleyman Peygamber'in gücünü ve hükmünü kaybettiği ve bu dönemde yer yüzünde birçok karmaşanın yaşandığı söylenir. Sonra Süleyman Peygamber tekrar yüzüğü ele geçirir ve hem gücünü kazanır hem de yer yüzündeki karmaşaya son verir.


Marsın Kılıcı

Marsın Kılıcı, Tanrının Kılıcı veya Attila'nın Kılıcı ya da Hadur’un Kılıcı –bâzen Mars’ın Kılıcı, Sword of God (İngilizce)– Attila tarafından taşınan efsanevi silahtır. Tarihçi Priscus ve Romalı tarihçi Jordanes üzerinden aktarılan hikâyeye göre bir çoban, sürüsünden bir ineğin aksadığını fark etmiş ve hayvanın ayağını neyin kestiğini anlamak istemişti. Çoban kan izlerini takip ederek, toprağa gömülü kılıcı bulur, kılıç eski olduğunu belli etmesine karşılık tek bir pas lekesine sahip değildir ve çoban durumu Atilla’ ya bildirerek bulunduğu yerden çıkarmasına vesîle olur. Başka bir rivayete göre ise kendisi çıkararak Atilla’ya hediye etmişti.

Romalılar bu kılıcın kendi savaş tanrıları Mars’a ait olduğunu düşünmekteydiler. Ancak motif Türk (Ural-Altay) kökenlidir çünkü ineğin ayağını kesebilmesi için kılıcın yere tersine saplanmış olması gerekir ki bu tamamen Asya kökenli bir anlayıştır. Diğer kültürlerde Kılıç yere normal olarak kabzası yukarda olacak biçimde saplanmış olarak bulunur. Anlatılanlara göre, Marsın Kılıcı Atilla ile birlikte gömülmüştür. Kimilerine göre ise; Katalanya düzlüğü savaşında, Aetius'ile kapışırken kılıcın kırıldığı rivâyet edilir. Bu olaydan sonra attila duygusal bir çöküntü yaşar ve belki de, sonraki yıl Papa'nın sözünü dinleyerek Macaristan'a geri döner.

Voynich El Yazması

Voynich elyazması, bilinmeyen bir yazıyla yazılmış, anlamı çözülemeyen gizemli bir kitap.

1404 ilâ 1438 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitap 15 cm'ye 22,5 cm ölçülerinde ve 240 sayfadır ancak tamamının 270 sayfa olduğu düşünülmektedir. Kitaba ismini veren, 1912 yılında varlığını ortaya çıkaran Wilfrid M. Voynich adındaki sahaftır. Yapılan bilimsel incelemeler, kitabın Voynich tarafından yapılmış bir sahtekârlık olmadığını kanıtlamıştır.

Kitap çok sayıda ilginç resim içerir. Bunlardan bir kısmı yıldızları, bitkileri ve tuhaf bir tesisatla birbirine bağlı küvetlerde yıkanan çıplak kadınları gösterir. Resimlere bakılarak kitabın belli konularda (astroloji, bitkibilim, vs.) bölümlerden oluştuğu tahmin edilmektedir.

Elyazmasının çıplak kadınları yıkanırken gösteren bir sayfası.

Kitabı Roger Bacon, John Dee ve Edward Kelly dahil çeşitli kişilerin yazdığı öne sürülse de bu iddiaların hiçbiri kanıtlanamamıştır.

Voynich elyazması yıllardır dilbilimciler, kriptologlar, tarihçiler, diğer branşlardan bilim adamları ve meraklılar tarafından yoğun olarak incelenmekle birlikte, çözüldüğüne dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. İstatistiksel ve dilbilimsel çözümlemeler, metnin rastgele yazılmış anlamsız bir işaret yığını değil, doğal bir dilin yazıya geçirilmiş hali olduğunu göstermektedir. Ancak bunun hangi dil olduğu bilinmemektedir.

Kitap bugün Yale Üniversitesi'nde korunmaktadır.

İngiltere'de uygulamalı dil bilimleri profesörü olan Stephen Bax, kitaptaki birçok sözcüğün şifresini çözdüğünü ve sembollerin ne anlama geldiğini açıkladı.

Kaynakça
İngilizce Vikipedi, Voynich elyazması maddesi
Wikimedia Voynich elyazmalarından örnekler

Ahit Sandığı

Ahit Sandığı (İbranice'de ארון הברית, aron haberit) Tevrat'ta detaylı olarak tarif edilen, On Emir Tabletlerinin saklanması için yapılmış sandık. Zamanında Kudüs'teki Süleyman Mabedi içerisinde saklandığına ve içinde On Emir Tabletleri ile çeşitli dini objelerin bulunduğuna inanılır.

Tanrı Yehova'nın tarifi ile, Musa peygamber tarafından akasya ağacından yapıldığına inanılmaktadır. Eski Ahit, Tanrı'nın kendisine yapılan portatif tapınağa yerleştirilen sandık üzerinde tecelli ettiğine sıkça değinmektedir. Ehil olmayan biri tarafından sandığa dokunulduğunda helak olduğu rivayet edilmekle birlikte Davut, Kudüs'ü İsrail Krallığı'nın başkenti yaptığında, sandığı Kudüs'e getirtmiştir.

Ahit Sandığının şu anda nerede olduğu bilinmese de varlığına inananlar çoktur ve sandığın kayboluşuna dair birçok fikir ortaya atılmıştır. Bugün sandığın nerede olduğuna dair de pek çok iddia vardır ve çeşitli kimseler hâlâ sandığı aramaktadırlar. Son olarak yapılan iddia sandığın Musa peygamberin denizden geçerken orda bırakıldığıdır.

Bir başka düşünceye göre de İsa çarmıha gerildiğinde akan kanı havarilerinden biri bir tasa koyar ve daha sonra o tası da Ahit Sandığı'na koyarak gizli bir yere gömer.

Kur'an-ı Kerim'de Bakara 248 inci ayeti kerime de bu sandiktan "tabut" diye bahseder ve tabutun icinde ise "sekine" ve Musa ile Harun hanedanlığından kalıntılar olduğuna işaret eder.



Kutsal Kase

Kutsal Kase, Hıristiyan mitolojisinde, İsa'nın Son Akşam Yemeği'nde kullandığı iddia edilen, mucizevi güçleri olduğuna inanılan kap. Aramatyalı Yusuf'un, çarmıha gerilen İsa'nın damlayan kanını Kutsal Kâseye koyduğuna inanılır.

İsa'yı Son Akşam Yemeği'nde Kutsal Kase ile resmeden bir tablo. Juan de Juanes, 1570.

Kutsal Kâse'den ilk kez, 12-13. yüzyıllarda yazılmaya başlanmış olan Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri efsanelerinde bahsedilir.Graal efsanelerinin ilham kaynağı, muhtemelen Kelt mitolojisidir.Kelt Mitolojisinde bolluk kaynağı boynuzlara, hastaları iyileştiren ve ölüleri dirilten kazanlara vs. sıkça rastlanır. En yaygın örneklerinden bazıları Dagda'nın sonsuz gençlik ve Bran'ın ölümsüzlük kazanlarıdır.

Kutsal Kase'nin görünüşü. Burada Graal, bir vazo veya ibrik şeklinde resmedilmiştir.

Bu nesneyi Hıristiyanlıkla özdeşleştiren ve ona gizemli, kutsal bir anlam yükleyen ilk hikâye, 12. yüzyıl sonlarında Chretien de Troyes  tarafından yazılmış ancak tamamlanmamış olan Le Conte du Graal ya da Perceval isimli hikâyedir.Bu hikâye köyden gelme, saf bir şövalye olan Perceval'den bahseder. Perceval'in masumiyeti sürekli vurgulanır. Bu öyküde dini olaylar, olağanüstü detaylarla süslenir.13. yüzyıl başlarında Robert de Borron'un şiiri Joseph d'Arimathie (Aramatyalı Yusuf) veya Roman de l'estoire dou Graal efsaneyi biraz daha Hristiyanlaştırdı.Aynı şekilde Wolfram von Eschenbach epik şiiri Parzival'de efsaneye çok daha yoğun ve gizemli bir anlam yükledi. Wolfram versiyonunda bahsedilen nesne kase değil Cennetten düşen değerli bir taştı.Robert de Borron'un eserlerinin nesir versiyonları, Graal efsanesini biraz daha Artur efsaneleri ile kaynaştırdı.13. yüzyılda Alman destanı Diu Krône'de ise Graal kahramanı Sör Gawain'di. Lancelot efsanesinin bir kısmını oluşturan The Queste del Saint Graal öyküsü yeni bir kahramanı, Sör Galahad'ı yarattı. Bu eser Graal ile ilgili öyküler arasında en önemli yere sahip olanıdır ve 15. yüzyılda Sör Thomas Malory'nin nesiri Le Morte Darthur ile İngilizce konuşan coğrafyaya yayılmıştır.

Dante Gabriel Rossetti'nin 1860 tarihli "Graal" isimli eseri


Robert de Borron'un şiiri Graal'ın ilk zamanlarından bahsediyordu. Hikâye, Graal ile İsa tarafından Son Yemek'te kullanılan ve aynı zamanda Aramatyalı Yusuf tarafından İsa'nın çarmıhtan damlayan kanlarının toplandığı kupa arasında bir ilişki kurdu. The Queste del Saint Graal yeni bir kahramanı, Sör Galahad'ı yaratırken, "Graal'ı aramak" Tanrı ile gizemli bir birleşmenin arayışının öyküsü haline geldi. Kutsal Kaseye doğrudan bakabilen ve insan dilinin izah edemeyeceği gizemleri görebilen tek kişi Galahad idi. Bu çalışma açıkça Clairvaux'lu Aziz Bernard'ın öğretilerinden esinlenmişti.Bernard'ın öğretileri insanın mükemmelliğe ulaşmak için çıktığı gizemli yolculuğu anlatıyordu. Borron'un eseri Galahad'ın Lancelot'un oğlu olduğunu iddia ediyor, böylece öyküye yeni bir boyut katıyordu. Lancelot ile Guinevere arasındaki insanî aşkı, Galahad'ın ilahî aşkı ile karşılaştırıyordu. Finalde Graal'ın kaybolması, Tanrı'nın inayetinin (Latince: gratia) geri gelmemek üzere kaybolmasına benzetiliyordu.


Kaynaklar; 
  1. ^ a,b,c "Grail." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
  2. ^ a b c d e f g h i j  " Kutsal Kase." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.